KONU BAŞLIKLARI

MEKÂNIN ÇOK BOYUTLU DOKUSUNU KEŞFETMEK:

AKADEMİK BİR YAKLAŞIM

 

Salt fizikselliği aşan bir terim olan mekân kavramı, uzun zamandır çeşitli disiplinler için ilgi ve önem konusu olmuştur. V. Uluslararası Beşerî Bilimler Kongresi’nde, insan yerleşimlerinin ve mekânların tarih boyunca nasıl etkileştiğini inceleyerek bu karmaşıklığı derinlemesine araştırmayı amaçlıyoruz. Örneğin arkeolojide mekân incelemesi, geçmiş toplumların yaşam biçimlerini ve sosyal yapılarını anlamada önemli bir araçtır. Arkeolojik buluntuların mekânsal analizi, yerleşim planlaması, kültürel peyzajlar ve tarihi mekanların modern dünyadaki yeri gibi konular bu kongrede derinlemesine ele alınacaktır. Katılımcılar, Mekân ve Yerleşim, Mekânsal Analiz, Ritüel ve Sembolik Mekânlar, Mekân Kullanımı ve Sosyal Dinamikler, Mekân ve Çevre konularında ilgili bildirilerini sunabilecektir.

İngiliz Edebiyatı ile mekân arasındaki ilişki de zengin ve çok yönlüdür. Mekân, dünyanın nesnel boyutlarını ifade ederken, yer belirli konumlara atfettiğimiz öznel anlamları kapsar. 20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan mekânsal dönüş, sosyal, kültürel ve ekonomik olguları anlamada mekânın önemini vurgulayan disiplinlerarası bir harekettir. Edebiyat çalışmalarında, bu değişim, anlatıların mekânları nasıl temsil ettiğini ve bu mekânların karakterleri ve olay örgüsünü nasıl etkilediğini keşfetmelerine olanak tanımıştır. Michel Foucault, Henri Lefebvre, Edward Soja ve Robert T. Tally gibi teorisyenler tarafından öncülük edilen “mekânsal dönüş,” analizin odağını zamansal olandan mekânsal olana kaydırır. Mekânın insan davranışları ve toplumsal yapılar tarafından nasıl etkilendiğini ve onları nasıl etkilediğini inceleyerek, edebiyat araştırmacıları coğrafya ve anlatı arasındaki etkileşimi daha derinlemesine anlamaktadır; edebiyatın mekânsal algıları nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Araştırmacılar, edebi eserlerin mekân ve yer ile nasıl etkileşime geçtiğini inceleyerek, iktidarın nasıl uygulandığını, kimliklerin nasıl oluşturulduğunu ve toplulukların nasıl sürdürüldüğünü keşfedebilirler.

Mekân, 1960’lı yıllara kadar yalnızca coğrafya, mimarlık ve şehir planlama alanları tarafında analiz edilirken, bu tarihten sonra sosyoloji, psikoloji ve felsefenin de ilgilendiği bir konu haline gelmiştir. Mekânı sosyolojik olarak analiz edebilmek, farklı disiplinleri de bir araya getirmeyi mümkün kılmaktadır. Sosyolojik olarak mekân, sabit değişmez, tarihsiz değil, sosyal ilişkilerin, üretim ilişkilerinin ve ideolojinin yeniden üretildiği yer olarak tanımlanabilir. İnsan ve mekânın birbirinden ayrı düşünülmemesi gerekir. Bu nedenle, insana yönelik yapılan çalışmalarda mekânın göz ardı edilmesi mümkün değildir. Mekân, yalnızca üzerinde yaşanılan coğrafi bir alan değil, insanların doğrudan ya da dolaylı olarak etkileşim kurduğu bir alandır. Mekân, insanı biçimlendiren ve insan tarafından biçimlendirilen toplumsal bir boyuta sahiptir. Mekânı analiz etmek aynı zamanda toplumsal ve siyasal yaşamı analiz edebilmek anlamına gelmektedir. Mekân, toplumsallığın, politik olanın, kültürel imgelerin yer aldığı bir gerçekliğe karşılık gelmektedir. İnsan ve toplum mekânda varlık gösterir ve mekânda dönüşür. İnsan, mekânı üreten ve mekân tarafından üretilen niteliği nedeniyle, mekân bir kimlik unsuru olarak da var olmaktadır.

Psikoloji ve mekân ilişkisi, psikoloji biliminde, özellikle çevre psikolojisi kapsamında ele alınmaktadır. Bireyin çevreyle ilişkisini ele alan çevre psikolojisi; bireylerin fiziksel çevreleriyle zihinsel, duygusal ve davranışsal durumları arasındaki etkileşimleri inceler. Bu etkileşimleri sağlayan unsurlardan biri olan mekânlar da bireylerin psikolojik süreçleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu noktada mekân ve birey ilişkisi; çevresel algı, kişisel alan, kamusal alan, mekânsal düzen, yer kimliği ve yere bağlılık gibi çeşitli unsurları kapsamaktadır. Diğer taraftan, psikolojideki mekân çalışmaları, insanların fiziksel çevreleriyle etkileşimlerini ve bunların psikolojik sağlık, davranış ve yaşam doyumu üzerindeki etkilerini inceler. Dolayısıyla, mekân çalışmaları, insanların fiziksel çevreleriyle olan ilişkilerini daha iyi anlamak ve bu ilişkileri iyileştirme amacı taşır. Mekân, psikoloji alanında çok sayıda çalışmaya konu olmasının yanı sıra bir uygulama alanı olarak da ele alınmaktadır. Bu uygulama alanları arasında kamusal alan kullanımı, mimarlık, iç mekân tasarımı, şehir planlama, çalışma ortamları ve eğitim alanları bulunur. Bu noktada, mekân psikolojisi daha iyi yaşam kalitesi ve psikolojik sağlık için mekânların nasıl düzenlenebileceğine dair önemli bilgiler sunmaktadır.

Felsefenin de ele aldığı kavramlardan biri olan “mekân”, tarih boyunca pek çok düşünür tarafından farklı açılardan değerlendirilmiştir. Antik Yunan’dan modern döneme, mekânın anlamı, deneyimi ve ontolojisi üzerine çeşitli tartışmalar yapılmış, bu tartışmalar felsefenin alanını farklı bir boyuta taşımıştır. Günümüzde de mekân, felsefe ile sosyal bilimler, mimarlık, sanat ve teknolojinin kesişiminde yeniden değerlendirilmekte ve yorumlanmaktadır. Felsefenin mekânla olan ilişkisini çeşitli boyutlarıyla ele almayı ve yeni bakış açıları geliştirmeyi amaçlayan kongremize; mekânın ontolojisi ve epistemolojisi, mekân ve zaman ilişkisi, mekân ve kimlik, kent felsefesi, mimari ve felsefe, sanat, mekân ve estetik, dijital mekânlar ve sanal gerçeklik ile doğa ve mekân başlıklarıyla ya da konuyla ilgili farklı başlıklarla katılım sağlanabilir.

Tarih, mekânların sadece harita üzerindeki koordinatlar olmadığını, geçmişimizi tanımlayan anlatılarla derinlemesine iç içe geçtiğini gösterir. Antik savaşları etkileyen stratejik geçitlerden imparatorluklarla birlikte yükselip alçalan şehirlere kadar, tarihin dramlarının ortaya çıktığı sahnelerdir. Mekânlar medeniyetlerin miraslarını korur; onların kalıntıları ve harabeleri geçmiş dönemlerin teknolojik becerileri, sosyal hiyerarşileri ve ekonomik koşullarıyla somut bir bağlantı sunar. Anıtlar ve âbideler, kültürel hafızayı sabitleyerek mekânları kolektif kimlik ve hatırlama sembollerine dönüştürür. Tarihî alanların önemi, fiziksel özelliklerinin ötesine geçerek toplumları tanımlayan önemli anların özünü kapsar. İlk toplumları besleyen verimli vadilerde veya benzersiz kültürel evrimleri teşvik eden izole adalarda görüldüğü gibi, bir peyzajın doğal özellikleri medeniyetlerin gelişimini önceden belirleyebilir. Bir yere ait olma duygusu, bireysel ve grup kimliklerinin oluşumunun ayrılmaz bir parçasıdır; bağımsızlık hareketlerini etkiler ve ulusların anlatılarını şekillendirir. Metodolojik bir yaklaşım olarak mekânsal tarih, tarihsel olguların mekânsal yönlerini analiz etmek için modern araçlardan yararlanarak insanların, yerlerin ve olayların birbirine bağlılığına dair anlayışımızı zenginleştiren örüntüleri ve bağlantıları ortaya çıkarır. Özetle, tarih, ona ev sahipliği yapmış olan mekânsal bağlamlarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.

Türk edebiyatında ise “mekân”, eserlerin geçtiği yerler ve bu yerlerin hikayeler, karakterler ve temalar üzerindeki etkisini keşfetmek amacıyla dikkate değer bir konudur. Mekân analizleri, edebi çalışmalarda mekânın nasıl kullanıldığını, ona atfedilen anlamları ve edebi anlatı içindeki rolünü inceler. Mekânsal Eleştiri, Sosyal Mekân Teorisi ve Fenomenolojik Yaklaşım gibi çeşitli teorik çerçevelerle yürütülen mekân çalışmaları, edebi eserlerde mekânın yapısını, işlevini ve bireysel ile toplumsal düzeyde mekân algısını belirginleştirir. Bu çalışmalar, hem edebi hem de sosyo-kültürel perspektiften mekanın önemini vurgular. Tematik mekân incelemeleri sayesinde, Türk edebiyatı araştırmaları küresel bir boyut kazanmaktadır.

Çeşitli disiplinlerden akademisyenleri, araştırmacıları ve meraklıları bu akademik girişime katılmaya davet ediyoruz. Birlikte, alanlarımızın mekânsal boyutlarını keşfedecek, yeni içgörüler ortaya çıkaracak ve disiplinler arası diyalogları teşvik edeceğiz. Katılımınız, mekânın disiplinlerimizi nasıl etkilediğine dair daha iyi bir anlayışa katkıda bulunacak ve yenilikçi araştırmaları paylaşmak ve kolektif bilgimizi ilerletmek için bir platform sağlayacaktır.